Abdülhamid ya da Sultan II. Abdülhamid Han, 21 Eylül 1842 İstanbul doğumlu 34. Osmanlı Padişahı. Abdülmecid Efendi, Annasi Trimüjgan Kadın’dır. Tahtta kaldığı dönemde Osmanlı İmparatorluğu dağılma dönemini yaşadı ve bu dağılma döneminde mutlak hakimiyet sağladı.
Yaşamı
Tahta çıkışı (1876)
İngilizlerin yardımıyla Hüseyin Avni, Mithat Paşa, Mütercim Rüşdi, Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar zamanın şeyhülislamı Hasan Hayrullah ile anlaşarak Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdiler. Sultan Abdülaziz’den sonra tahta çıkan şehzade Murad tahtta üç ay kaldıktan sonra rahatsızlığı nedeniyle tahttan indi. Murad’ın tahttan inmesiyle birlikte 31 Ağustos 1876 tarihinde Abdülhamid tahta çıktı.
Tahta çıktığı sırada en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşayan Osmanlı İmparatorluğunda Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarının yanına Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmiş, Girit’te geniş çapta huzursuzluklar çıkmaya başlamıştı. İmparatorluğun bu halini gören Rusya ise bu karışıklıkta devletten en büyük payı kapma sevdasıyla savaş hazırlıkları yapıyordu.
Bu durumlar içerisinde tahta çıkan yeni padişah, tahta çıkışının ardından bütün hükümet üyeleri ve mabeyn personelini saraya davet ederek yemek verdi. Verdiği yemekte yaptığı konuşmayla milli birlik ve beraberliğe duyulan ihtiyacı dile getirdi. Tersaneye giderek denizcilerle birlikte oturup asker yemeği yedi ve haber vermeden çeşitli camilere gidip halk ile aynı safta namaz kıldı
Tershane Konferansı (1876)
Sultanın halk ile yakınlaşma hareketleri asker ve halkın hoşuna gidiyordu. Herkeste özellikle orduda bir moral düzelmesi görüldü. Bu moral düzelmesinin sonucu olarak Sırp cephesindeki ordu önemli başarılar elde etmeye başladı. Osmanlı ordusu Belgrat’a girmek üzereyken batılı devletler buna karşı çıktı, Rusya savaşın sonlandırılması için ültimatom verdi. Bu durum karşısında Sırbistan ile üç aylık ateşkes imzalandı.
Diğer taraftan İngiltere, İstanbul’da toplanacak bir konferansta Doğu Sorununun görüşülmesini istedi. Bu istek üzerine 23 Aralık 1876 tarihinde İstanbul’da toplanan Tersane Konferansından sonra batılı devletler Osmanlı Devletinin bağımsızlığını tehlikeye atacak ağır hükümler taşıyan teklifler dayattı. Toplantı gerçekleşmeden bir gün önce Osmanlı Devletinde Kanun-u Esasi ilan edilmişse de batılılar bunu dikkate almadı.
Tersane Konferansı kararlarını reddetmenin Osmanlı’yı Rusya ile karşı karşıya bırakacağını bilen Abdülhamid, bu teklifleri kabul etmiş gibi görünerek ortalığı yatıştırmak istedi. Bu sırada İngilizlerden kendilerini destekleyeceği sözü alan sadrazam Mithat Paşa, meclisteki gayri Müslimleri kendi tarafına çekip Rusya aleyhine bir konuşma yaptı ve savaş aleyhine oy kullanacak olanları peşinen vatan sevgisizliği ve ihaneti ile itham etti. Bu olaylar neticesinde meclis Tersane Konferansını reddetti.
Padişahın devlet işleriyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmesini kendi siyasi geleceği açısından tehlikeli gören Mithat Paşa, onu tahttan indirmenin yollarını aramaya başladı. Görevi boyunca Müslüman halkın çoğunlukta bulunduğu vilayetlere azınlıktan valiler tayin etmek ve Osmanlı Ordusunun temeli durumundaki Harbiye Mektebine Rum talebe almak gibi devletin temelini yıkabilecek faaliyetler içerisindeydi. Onun bu zararlı icraatları üzerine Sultan Abdülhamid Han, Kanun-i Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Mithat Paşayı sadrazamlıktan uzaklaştırdı ve yurt dışına sürdü.
93 Harbi (Hicri 1293/Miladi 1877)
Mithat Paşa sadrazamlıktan uzaklaştırıldı ancak Tersane Konferansı kararlarını meclise reddettirmekle Osmanlı Devleti’ni Rusya ile karşı karşıya getirdi. Kararların reddedilmesinin ardından 27 Nisan 1877/Hicri 1293 günü Rusya, Osmanlı Devletine karşı savaş ilan etti.
Bu savaş 31 Ocak 1878 tarihinde Edirne Mütarekesi imzalanana kadar dokuz ay sürdü. Savaş Plevne’de Gazi Osman Paşa, doğuda ise Ahmet Muhtar Paşa’nın kısmi başarılarına rağmen bozgunla sona erdi. Batıda Ruslar Edirne’ye girdi ve Yeşilköy’e kadar geldiler. Doğuda ise Kars düşmüş, Rus kuvvetleri Erzurum’a kadar yaklaşmıştı.
Durumun vahametini gören Padişah, İngiltere’yi devreye sokarak savaşın sona erdirilmesini sağladı ve arkasından devletin başına böyle bir şeyin gelmesine sebep olan, savaşın bitmesi ile de yaşananlarda hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi padişahı suçlamaya başlayan Meclis-i Mebusan’ı süresiz kapattı (13 Şubat 1878).
Düyun-u Umumiye’nin Kurulması (1881)
Ülkenin dış borçlarının içinden çıkılamaz bir hale gelmesi Düyun-u Umumiye’nin kurulmasına yol açtı. Duyun-u Umumiye, Osmanlı İmparatorluğundan en büyük iki alacaklı olan Fransa ve İngiltere tarafından kontrol ediliyordu. Zamanla İmparatorluğun neredeyse bütün maliyesini yönetecek duruma gelirken idaresinde İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan temsilcileri yer alıyordu. Bazı vergilerin alınması buraya bırakıldı ve böylece Osmanlı Devleti ekonomik bağımsızlığını kaybetti. Düyun-u Umimiye’nin kurulmasıyla başlangıçta Osmanlı Devleti’nin borçlarının önemli bir bölümü ödendiyse de 1881-1908 yılları arasında 12 borç sözleşmesi daha imzalandığı için dış borçlanma sürdü.
Ermeni Sorunu
Berlin Antlaşması, Doğu Anadolu’da yaşayan Ermenilerin Rus himayesine geçmelerini önlemek amacıyla Osmanlı İmparatorluğu’ndan bölgede yaşayan Ermenilerin durumunu düzeltmeye yönelik yenilikler yapmasını talep etti. Abdülhamid yönetiminin bu yenilikleri ertelemesi ve aynı bölgedeki Kürt aşiretlerini gerçekleşebilecek bir Ermeni isyanına karşı silahlandırma yoluna gitmesiyle birlikte Ermeniler arasında devrimci ve milliyetçi örgütler güç kazandı.
1881 yılında Maraş’a bağlı Zeytin’de 1891 yılında ise Siirt’e yakın Sason’da Ermeni devrimci örgütlerce desteklenen direniş hareketi başlatıldı. IV. Ordu komutanı Müşir Zeki Paşa, bu isyanları bastırmakla görevlendirildi ve ülkenin çeşitli yerlerinde çıkan isyanlar sert bir şekilde bastırıldı. Kürt aşiret reisleri Hamidiye Alayları adı altında düzensiz milis birliklerle örgütlendi. 1895 yazında Anadolu’da gerçekleşen kanlı olaylar Avrupa’da Hamidiye katliamları olarak adlandırıldı ve Abdülhamid karşıtlığına sebep oldu.
Çarşafın Yasaklanması (1892)
2 Nisan 1892 tarihinde belden bağlanmış siyah çarşaf giyen Müslüman kadınların yas tutan Hristiyan kadınlara benzedikleri ve güvenlik bakımından da problem yaratacağı gerekçeleriyle II. Abdülhamid tarafından kadınların çarşaf giymesi yasaklandı.
Theodor Herzl ile görüşmesi (1901)
Yahudilerin Filistin’e yerleşmesini istemek amacıyla Siyonist lider Theodor Herzl 17 Mayıs 1991’de Abdülhamid ile görüştü. Bu görüşmede Herzl’e Mecidiye nişanı verildi. Abdülhamid ile görüştükten sonra konu hakkında Daily Mail gazetesi ile röportaj veren Herzl, görüşmeden duyduğu memnuniyeti vurgulamış ve Abdülhamid’den iyi daha iyi bir dostu olmadığını ve seveni olmadığını ifade etti.
Abdülhamid, belirli bir yerde toplu halde olmamak şartıyla Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmelerini kabul etti fakat Filistin’e yerleşim konusunda bir adım atmadı. Herzl’in isteği ise Yahudilerin doğrudan Filistin’e yerleşmesini sağlamaktı. Bunun karşılığında da Osmanlı borçlarının önemli bir kısmını ödeyecekti. Abdülhamid onlara dağınık bir şekilde Mezopotamya’ya yerleşmelerini teklif etti ancak bu teklif Herzl tarafından kabul edilmedi. Konu ile ilgili Osmanlı Arşivleri’nde bulunan belgeler, II. Abdülhamid’in Herzl’i huzurundan kovmadığını ve Padişahın Yahudilerin yerleşimi için Mezopotamya’yı teklif ettiğini göstermektedir.
Rus Konsolosu Rostkovski’nin öldürülüşü
8 Ağustos 1903 tarihinde Manastır’da üzerinde resmi görev kıyafeti olmadan gezen Rus Konsolos Rostkovski, karakol önündeki Osmanlı askerinin kendisini selamlamadığını fark edince elindeki kamçı ile hiddetle nöbet tutan askere yaklaşıp kendisini neden selamlamadığını sordu ve Osmanlı askerine vurdu. Konsolosun dilini anlamayan ve azarlanan nöbetçi tüfeğiyle ateş ederek Rostkovski’yi orada öldürdü.
Yaşanan bu olay II. Abdülhamid’i endişelendirince sert tedbirlere başvurdu ve asker yargılandı. Abdülhamid mahkemeyi takip eden Hüseyin Hilmi Paşa’ya Rus Konsolosun öldürülmesi nedeniyle iki Osmanlı askerinin derhal idam edilmesini emretti. Konsolosu öldüren Osmanlı askeri Halim’in yanında bulunan diğer nöbetçi asker olan Abbas da cinayeti önleyemediği için 4 günde tamamlanan yargılamanın ardından Rus Konsolosu öldüren asker ile birlikte idam edildi. Rus Konsolosun askere küfrettikten sonra öldürüldüğünü söyleyen bir asker ise 15 yıl ve Tevfik adlı bir temizlik görevlisi de 5 yıl hapis cezası aldı. Ayrıca askerin bölük komutanı ile öldürülen Konsolos hakkında kötü konuşan iki Osmanlı teğmeni de meslekten uzaklaştırıldı. Bölgede nahiye müdürü olarak görev yapan Hasan Tahsin Bey, Rus Konsolosun nöbetçi askeri tokatlaması sonucu askerin tüfeğini ateşlediğini söyler. Yine bir subayın ifadesine göre ise Konsolos, nöbetçi askeri elindeki kamçı ile dövmüş ve asker de bunun üzerine ateş etmişti. Manastır Rus Konsolosu Aleksandır Rostkovski’nin öldürülmesinin ardından Rusya, İğne ada açıklarına donanma göndererek Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi.
İkinci Meşrutiyet’in ilanı (1908)
Abdülhamid’in örfi idaresine karşı muhalefet giderek güçlendi. 1889 yıılında İttihat ve Terakki Cemiyeti kuruldu. 1908 yılında İttihat ve Terakki yanlısı bazı subaylar Manastır ve Selanik’te ayaklandı. Ayaklanmalar üzerine Abdülhamid 24 Temmuz 1908 tarihinde anayasayı yeniden yürürlüğe koymak zorunda kaldı ve meşrutiyet tekrar ilan edildi.
Yapılan seçimler sonucu oluşturulan yeni meclis 17 Aralık 1908 tarihinde açıldı. Giderek artan huzursuzluklar, İttihat ve Terakki muhaliflerinin de baskıları sonucu İstanbul’da isyan çıktı (13 Nisan 1909). Rumi takvime göre 31 mart günü patlak verdiği için bu isyan 31 Mart Olayı olarak bilinir. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu 23 Nisan gecesi İstanbul’a girerek isyanı bastırdı.
İkinci Meşrutiyet’in ilanıyla yönetim ağırlıklı olarak İttihat ve Terakkî yönetimine geçti. Devlet yönetiminde İttihat önderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa etkili oldu. Bu dönemde Osmanlı Devleti, Trablusgarp, I. ve II. Balkan Savaşları ve I. Dünya savaşlarına girdi. I. Dünya Savaşı’nın hemen ardından VI. Mehmet, İtilaf Devletleri’nin de baskısıyla 21 Aralık 1918’de parlamentoyu kapattı.
31 Mart İsyanı-Tahttan İndirilişi ve Ölümü
12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece, Taksim Kışlasındaki Avcı Taburuna bağlı askerler, subaylarına karşı ayaklanarak kendilerine önderlik eden din adamlarının peşinde Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandılar ve ülkenin şeriata göre yönetilmesini istediler. Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti, isyancılarla uzalaşmayı tercih etti ve hükümet üyeleri birer birer istifa etti.
İsyan, Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. İttihat ve Terakki üyesi vekiller can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle meclise gitmedi. Bazıları İstanbul’dan uzaklaştı, bazıları da şehir içinde saklandı. Bu arada isyancılar İttihatçı subay ve vekilleri buldukları yerde öldürüyordu. Hükümetin ve meclisin etkisiz kalmasıyla Abdülhamid duruma yeniden el koydu. İsyanı başlayan muhalefeet, herhangi bir programdan mahrum olduğundan güç elde edemedi.
İttihat ve Terakki Cemiyeti, güç merkezi olan Selanik’teki 3. Ordu’yu harekete geçirdi. İsyanı bastırmak üzere Hareket Ordusu kuruldu. İsyancılar 23 Nisan gecesi İstanbul’a girmeye başlayan Hareket Ordusu’na başarısız bir direniş çabasının ardından teslim oldu. Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Âyan da bir gece önce Yeşilköy’de toplanarak Hareket Ordusu’nun girişiminin meşruluğunu onayladı.
İsyan bastırıldıktan sonra sıkı yönetim ilan edildi ve isyancı önderleri yargılanarak idam edildiler. Muhalif hareket önemli kayıplara uğradı. Meclis-i Umumî Millî adıyla birlikte toplanan Heyet-i Mebusan ve Heyet-i Ayan’ın 27 Nisan’da II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesini, yerine V. Mehmed’in geçirilmesini kararlaştırdı. Ayrıca II. Abdülhamid’in İstanbul’da kalması da mahzurlu bulunarak Selanik’te oturması gerekli görüldü. Divan-ı Harp, Abdülhamid’i yargılamak istediyse de yeni kurulan Hüseyin Hilmi Paşa hükümeti bunu kabul etmedi.
Üç sene Selanik’teki Alatini Köşkü’nde ev hapsinde tutulduktan sonra Abdülhamid, 1912 yılında İstanbul’daki Beylerbeyi Sarayı’na getirildi. 10 Şubat 1918 tarihinde İstanbul’da vefat etti. Mezarı, büyük babası için Divanyolu’nda yaptırılmış Sultan II. Mahmut Türbesi’nde bulunmaktadır.